Öğrenme, bilmediğimiz birtakım şeylerin
idrak edilip fark edilmesi ve bunların uygulamaya geçiş sürecidir. Bir şeyleri
öğrendik diyebilmek için gözle görülür şekilde anlama, anlatma ve uygulayacak
seviyeye gelmiş olmalıyız.
İnsanoğlu hangi yaşta ve
şartlarda olursa olsun hiç önemli değil istediği zaman üstesinde gelemeyeceği
hiçbir iş yoktur. Söz konusu öğrenme ise zaten öğrenmenin yaşı yoktur; bu veciz sözü hepimiz küçüklüğümüzden
itibaren duymaktayız. Bu beliğ ve deruni söz bize klasik gelebilir. Ancak çok
iyi biliyoruz ki; ister atasözleri isterse vecizeler olsun belli bir kalıp ve
denemeden geçtikten sonra bir düstur haline gelmişlerdir. Dolayısıyla “yapamıyorum,
olmuyor, zaman bulamıyorum” gibi bizim de inanmadan söylediğimiz bahaneleri
gerekçe göstererek bunların arkasına sığınmamız pek de akıl karı olan bir
davranış değildir.
Bir de yanıldığımız nokta şudur;
öğrenmek için çaba sarf etmemiz gerekirken güya öğrenmenin zamanı gelmemiş gibi
hareket ederek öğreneceklerimizi tehir ediyoruz. Öğrenmek için hazır ve uygun ortamlar
istiyor, ilham kaynağını bekliyoruz. Hâlbuki ortamları oluşturanın kendimiz
olduğunu ve ilhamın da sarf ettiğimiz çaba neticesinde gelebileceğini aklımızın
bir köşesine nakşetmemiz gerektiğini mülahaza etmekteyim.
Niçin bir şeyler yapabilmek ve öğrenebilmek için sihirli bir değneğin
bize dokunup bizi uyandırmasını beklemekteyiz. Madem öğrenmenin yaşı yok; o
halde yeter ki isteyelim, gayret gösterelim. Acaba bir şeyler öğrenmek için
zaman mı bulamıyoruz! Daha iyisini yapabilmek için uygun zamana mı ihtiyacımız
var! Bana göre bu tür bahaneler geçerliliği olmayan sudan bahanelerdir.
Hiç kendi kendimize düşünüp sorduk mu çalışmalarıyla
başarılı kişiler, nasıl oluyor da yoğun bir şekilde çalışmalarına rağmen spor
yapabiliyor, kitap okuyabiliyor hatta kitap yazacak zamanı bulabiliyorlar. Bu
kişiler bu kadar işi nasıl oluyor da 24 saat zaman dilimine sığdırabiliyorlar?
Kanaatim odur ki, bu kişiler öğrenmek ve öğrendiklerini sahada icra etmek için özel zamanı beklemiyorlar. Zira onlar zamanın her anını özel olarak düşünüyorlar.
Belki de onların bizden farklı olduğu nokta; zamanın her anını özel görme bilinciyle hareket etmeleridir.
Niçin bizler rehavet, isteksizlik gibi olumsuzlukları kişiliğimizin birer
parçası olarak görmekteyiz? Nasıl oluyor da olumsuz yönlerimiz olumlu
yönlerimizi bastırıyor? Neden bizler olumsuz yönlerimizden dolayı kendimizi
sorgulamıyoruz daha doğrusu sorgulamayı bilemiyoruz? Kendimizden ne gibi
beklentilerimiz var bunun farkında bile değiliz. Kendimize ve çevremize nasıl
ve niçin faydalı olacağımızı bilemiyoruz. “Ne de olsa birileri bu işleri
düşünür, bulur, yapar biz de onlardan alır, yararlanırız” düşüncesinin bizde
hâkim olmasıdır. Ben bu durumumuza sendrom (hastalık belirtisi) diye teşhiste
bulunsam bütün samimiyetimle ifade ediyorum ki abartmış olmam. Bizler niçin
böyleyiz ve kendimize gelmek için neyi bekliyoruz. Zihnimizde yer edindiğimiz
ancak hiç gelmeyecek olan özel zamanı mı
bekliyoruz? Uyanın! Hanımlar, beyler uyanın!
Maalesef öğrenmek ve öğrendiklerimizi
uygulamak için özel zaman ayırmak isteyen çoğumuz öğreneceklerimizi ve
yapacaklarımızı, olaylara dar çerçevede baktığımız için tehir ettiğimizin
farkında değiliz. Çünkü özel zamanı beklemeden,
yapmak istediklerimizi öğrenmek n en makul olanıdır. İnşaalah uyanmak için geç
kalmamışızdır.
İsmet CANYURT
Yorumlar
Yorum Gönder